18 Eylül 2012 Salı

back to school

       Her yıl okul başlarken yapılan klasik haberlerden biriydi okula gitmeden kahvaltı yapılması gerektiği. Bu yıl uzmanlar düşünmüşler ve özellikle büyükşehirlerde yaşayan öğrencilerin evden çıkmadan mutlaka kahvaltı yapması gerektiğini vurgulamaya karar vermişler. Nedeni belli; tabi ki trafik... 
       Kendi öğrenciliğimi düşündüm de evden çıkmadan kahvaltı yaptığım halde okula vardığımda çoktan tekrar acıkmış oluyordum. Kolay değil; 5 yıl Pendik-Taksim arasındaki trafiğe sabah akşam maruz kalmış biriyim. Otobüsleri oturacak yer değil de en azından ayakta durabilecek yer bulmak için bekleyen, AR-GE faaliyetlerini oturarak uyuma, ayakta uyuma, kısa süreli mesafelerde geceden eksik kalan uykuyu tamamlama gibi alanlarda yürüten, okuldan eve döndüğünde yorgunluktan bir kenarda sızıp kalan bir öğrenci olarak okulu nasıl bitirdiğimi düşünüyorum. Ve bu çizimimi benim gibi öğrencilik hayatı yollarda geçenlere atfediyorum:)
       Yeni eğitim-öğretim yılının tüm öğrenci ve öğretmenlere hayırlı olmasını diliyorum. Aslında düşündüm de velileri de unutmamak gerek:) 

Buradan buyurun(tık tık...)

13 Eylül 2012 Perşembe

just a gift

       Rutine bağlayan yaşantımda bir farklılık olsun dedim ve normalde yapmayacağım türden bir şey yaptım. Takip ettiğim bloglardan birinde düzenlenen bir etkinliğe katıldım. "Madam Dö Gonç- Bardaklaşma Etkinliği" Etkinliğe dair detay vermem gerekirse; bir bardak alıyorsunuz ve içine ne isterseniz koyup eşleştiğiniz kişiye gönderiyorsunuz. Hediye alma fikrinden çok gizemi cezbetti belki de. Şimdiye kadar görmediğim ve büyük ihtimalle şimdiden sonra da görmeyeceğim birini tanımaya çalışmak, hoşlanacağı bir şeyler bulabilmek ve biraz da kendimi anlatmak için bir şeyler yapmak... Eğlenceli olabilir gibi geldi. Ben de hemen katıldım ve eşleşme gününü heyecanla beklemeye başladım.
       Deneme bir'ki adlı blogun sahibi Berrak Hanım ile eşleştik. Araya bayram ve tatillerin girmesi süreci biraz sekteye uğratmış gibi görünse de aslında düşünmek ve hazırlanmak için bol bol vaktimizin olmasını sağladı. Sonuç, tabi ki bir o kadar mutluluk verici oldu.
       Hazırlayacağım hediyeler Berrak Hanım'a hitap eden ama bir taraftan beni anlatan bir şeyler olmalı diye düşündüm. Genelde sade ama üretimi ya da tasarımı ile bir fark oluşturan şeylerden hoşlanırım. Bu yüzden sır altı çatlatma tekniği ile üretilmiş, sade bir görünüme sahip fakat ağız kısmındaki hareketle farkını ortaya koyan bir fincanı tercih ettim.
     
       Amaç kendini anlatmak olunca yaptığım çini yüzüklerden biri kutuya girmeliydi. Daha önceki bir çizimimi kullandığım üzerinde prenses olan mıknatıslı kitap aralığını da ben yaptım. Artık nasıl bir anımda çizdiysem pek bir asabi olmuş:) 
       Kargonun yolunu tutacağım gün aklıma yeni bir şeyler denemek geldi. Ve kedi sever biri için ilk taş boyama denememi yapmaya karar verdim. Bir de ne göreyim; kışın buz gibi bir havada sahilden topladığım taşların arasında aldığım fincan altlığı ile aynı renge sahip bir taş hem de tam istediğim gibi kağıt ya da peçete ağırlığı olarak kullanılabilecek boyutta.  

       Kahve olur, kitap olur da çikolata olmaz mı!
       Sıra geldi bana gelenlere:) En iyisi Berrak Hanım'ın dilinden anlatmak:
       "Senin için; renkli tasarımların için minik bir defter ve minik boya kalemleri, mutlu notlar alman için turuncu bir kalem, bir ömürlük hatrı olan dostlarınla paylaşman için Türk kahvesi, ağzının tadı hiç bozulmasın diye minik çikolata seçtim." 
       Minik boya kalemlerimin defterle birlikte çantamda yerleri ayrıldı bile. Dışarı çıkarken çantama ihtiyaç duyacağım renklerimi seçip alırdım ama bu minik kalemler sayesinde tüm renklerim yanımda olacak. Bana çocukken babamın gittiği ülkelerden gönderdiği kartları hatırlatan kartpostal, Rus bir ressam olan Vassili KANDINSKY'nin bir kompozisyonundan oluşuyor. 
       Kutudan Uykucu Şirin çıkınca baya şaşırdım. Biri bana mı seslendi :) Biraz uykuculuk var da bende:p
       İkimizde hazırladığımız ve aldığımız hediyelerden memnun kalmış bir şekilde tamamladık etkinliğimizi. Geri dönüp baktığımda hoş tesadüflerle dolu, keyifli bir etkinlikti. İyi ki katılmışım diyorum.
       Kendime not: Bazen yeni şeyler denemek gerekiyormuş:)


16 Temmuz 2012 Pazartesi

kelebek etkisi


       Kendini mumyalama, sabırlı bir bekleyiş ve güzel bir günün sabahında tamamlanan başarılı bir transformasyon...Yavaşça esnetilen muhteşem desenlerle kaplı uzun ama kırışık kanatlar, uçmaya duyulan istekle yeni uzuvların keşfi ve özgürlüğe ama aynı zamanda kısa bir ömürde ölüme kanat çırpma mücadelesi...  
       Bu durum, her ne kadar ikinci bir çirkin ördek yavrusu vakası gibi görünse de aslında tırtılın güzelleşmek uğruna verdiği mücadele ve uğrunda geriye kalan ömründen vazgeçmesinin hikayesidir. Kim der gördüğünde içinde kıpırtılar oluşturan, bir mutluluk dalgasının tüm bedenine yayılmasına neden olan ve ufak kanat çırpışlarıyla peşinden koşma isteği uyandıran o küçük, o narin, o güzel kelebeğin dünyanın öbür ucunda bir kasırga çıkarabileceğini?
       Kim mi? Tabiki kaos teorisinin sahibi Edward Norton Lorenz . Kendime bu yazıyı hazırlamam için bir not bıraktığım daha önceki bir yazımda uzunca anlattığım kaos teorisi (merak edenler buraya tıklasın) ile ilgilidir bu felaketin kaynağı olan kelebek durumu. İş bu Edward der ki ; bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişiklikler, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilir. Öyle ki Amazon ormanlarındaki bir kelebeğin kanat çırpması, ABD'de fırtına kopmasına neden olabilir. Demek ki neymiş; bizim etkisi büyük ama kendisi küçük olan kelebeğimiz o kadar da masum değilmiş:)
sliding doors
       Öyle anlar vardır ki bazen bir anlık gecikme, bazen bir anlık gaflet bazen de bu film de olduğu gibi bir metroyu kaçırma. Baş roldeki olan kadının o metroyu kaçırdığında hayatı nasıl oluyor ve kaçırmasaydı nasıl olacaktının sorgusu üzerine eski bir film. Temelde sadece bir kapının kapanması yani ufacık bir değişiklik. Ama öngörülemez sonuçları üzerine adamlar bir film çekmiş tıpkı daha önce de beğendiğimi söylediğim "THE BUTTERFLY EFFECT" filminde olduğu gibi.
       İçimizde hep bir geçmişe dönme arzusu, bugünkü bilinç düzeyimizle geçmişi değiştirme isteği var. Şu bir gerçek ki; geçmişimize geri dönmek için koyduğumuz her bir işaret, o güne saplanıp kalmamıza, geçmişi düzeltmeye çalışırken isteğimiz gibi hükmedip, şekil verebileceğimiz, en değerli anımız olan bugünümüzü kaçırmamıza neden oluyor. Geçmişi düzeltmek ve onun için hayıflanmak yerine bırakalım geçmiş geçmişte, edindiğimiz tecrübelerde yanımıza kar kalsın.
       Bugün hayatımızda yapacağımız küçük bir değişiklik kelebek etkisi oluşturabilir. Belki de bu küçük değişiklik sayesinde hayal dahi edemeyeceğimiz bir yerde oluruz. Dilerim ki bu küçük değişikliklerin sonu hep bir kelebeği gördüğümüzde hissettiğimiz mutluluk gibi olsun...


3 Temmuz 2012 Salı

ye, koş, ye üçgeni

       Sevgimizi hep etrafımızdakilere hissettirmeye çalışıyoruz, oysa ki asıl değer vermemiz gereken kendimizi hep ihmal ediyoruz. Bu ihmalkarlık, denize atılan bir taşın oluşturduğu dalga gibi büyüyerek ilerliyor. Daha mutsuz, daha sağlıksız, daha kaprisli bireyler haline geliyoruz. Spor yapmak; hobilerle uğraşmak; bazen kendi kendini ödüllendirmek; eşe, dosta, sevgiliye değil sadece kendine güzel görünmek için hazırlanmak özetle kendine zaman ayırmak; benliğimizde birçok kapıyı açan birer anahtar aslında. 
       İşte ben de bir baktım benim kapılar tek tek kapanmaya başlamış, biraz da sağlıklı yaşayalım dedim ve spora başladım... Bir gün PLATES, bir gün de FITNESS için olmak üzere haftada iki saati kendime ayırıyorum. Gerçi plates hocasının genelde gönlü olmadığı için spor programım haftada iki gün fitness olarak güncelleniyor. 
       Bugünlerde beni anlatan en iyi üçgen bu olsa gerek : "YE, KOŞ, YE":) 
       Her ne kadar spordan önce, hemen sonra ve eve döndüğümde olmak üzere 3 defa kahvaltı yapsam da şimdiden faydasını görmeye başladım.Tabi ki bu fayda yediklerimden değil :p Şikayetçi olduğum sağlık problemlerim azalmaya başladı. Aynı zamanda sadece kendim için bir şeyler yaptığıma inandığım bu iki saat sayesinde daha iyi hissetmeye başladım.
       Yaptığım çizimleri ilk defa bilgisayar ortamında renklendirmeyi denedim. Mouse ile bu işi yapmak baya uğraştırıcıymış :) Biraz acemice oldu ama iş görür herhalde. Ne dersiniz?


       Bu arada facebook sayfamız açıldı. Beğenmek için buradan buyurun...


13 Mayıs 2012 Pazar

anneme...

       Kaç yaşlarında olduğumu hatırlamıyorum ama daha okula bile başlamamıştım. Abimle birlikte, komşumuzun kızının yardımı ile kibrit ve kibrit kutularını kullanarak içine fotoğraflarımızı koyduğumuz bir anneler günü hediyesi yapmıştık. Aradan yıllar geçti, büyüdük, okullar bitirdik, evlendik, bambaşka hayatlar yaşar olduk. Neredeyse o günden sonra her şey değişti; en başta biz değiştik. Ama bu süre zarfında değişmeyen tek bir şey vardı. Küçücük parmaklarımızla yaptığımız hediyenin misafir odasında bulunan vitrindeki yeri...
       Hatıralar canlandı gözümde ve aldım elime boyalarımı tıpkı o günkü gibi, yaptım resmimi. Emeğimizi her şeyin üzerinde tuttuğun, sabırla büyümemizi beklediğin, güvenini ve desteğini bizden hiç eksik etmediğin ve tabiki esirgemeden sunduğun sonsuz sevgin için teşekkür ederim annecim ve (tabi ki babacım). Anneler günün olsun...

8 Mayıs 2012 Salı

romantik kedime ufak bir veda...

       Çini...
       Toprağın camla kaplanıp ateşle buluşmasının tutkulu bir hikayesi...
       Üniversite de hep ilgimi çeken ama bir türlü vakit ayıramadığım ama okuldan mezun olduktan sonra  hemen eğitimini almaya başladığım bir geleneksel sanatımız. Toprak, hava, su, ateş... Yaratılışımızdaki malzemelerin ortaklığından mıdır nedir bilmem ama ben de bir tutku halini aldı.
       Başlarda hobi olarak yaptığım uygulamalar zamanla ilerledi. Birilerinin beğenilerini kazanmaya başladı. Fakat uzaktan uzağa sevilen ama bir türlü alınmayan çinileri küçülttüm, küçülttüm... ve takıya dönüştürdüm. Bazen klasik üslupta bazen de serbest desenle hazırlıyorum çinilerimi. Keyifle hazırladığım takılarım, el yapımı formlar üzerine hayal dünyamı aktardığım ve yine elde dekorladığım için her zaman kişiye özel, asla birebir aynısı olmayan özel bir hediye verme imkanı sunuyor insana.
       Zaman zaman paylaşımlarda bulunmayı planladığım geniş alan çalışmalarımdan, tabak-çanak, pano...vs.lerimden önce geleneksel üsluptan uzaklaşarak hazırladığım mini koleksiyonumun bir parçası olan "ROMANTİK KEDİ"me öncelik vermek istedim. Neden mi? Çünkü kedim aklandı paklandı, güzelce paketlendi ve yeni sahibine doğru Konya'ya yola çıktı. Umarım güzel günlerde kullanılır...
       Böyle gecenin bir vakti yalnız başına dolunayı seyreden kara kedime romantik denmez de ne denir :)
       Sevgili eşimin yardımları ile hazırlanmış (sanki yardımdan biraz öte ama neyse tebrikleri üzerime toplamak için ben yapmışım gibi anlatayım :p ) ilk hediye kutusu denememiz. Not kartı da benim okuldan kalma malzemelerimi kullanarak hazırladığım bir sürpriz olacak Konya'ya...
       Ne dersiniz? Sizce nasıl olmuş ilk hediye kutumuz?

Diğer ürünlerime göz atmak isterseniz...
http://emeksensin.com/tasarimdukkani
http://www.eleseri.com/magaza/tasarimdukkani
http://www.pasaj.com/dukkan/tasarimdukkani

2 Mayıs 2012 Çarşamba

nerden gelir bu karmaşadan doğan düzen?

       ORDO AB CHAO.
       "Kaostan düzen çıkart"
       İlk duyduğumda işte benim hayat felsefemin özeti demiştim. Hep merkezdeki durum: kaotik düzen meselesi... Lisede odamın dağınıklığına dair annemle yaptığım her düellonun olmazsa olmazı : "Sen orada bir dağınıklık görüyor olabilirsin ama orada aslında kendi içinde bir düzen var. Ben aradığım her şeyi rahatlıkla bulabiliyorum. Bunu sana, odamı 5 dk. içerisinde toplayarak kanıtlayabilirim." Henüz o düelloları kimin kazandığını anlayabilmiş değilim. Dağınıklık konusunda annemi mi kandırmak için böyle söylüyordum yoksa hakikaten inandığım şey miydi bu? Orası bir muamma. Ama şunu da itiraf etmeliyim ki iddia ettiğim şeyi, her seferinde başarıyordum. Ben başarımdan ötürü haz duyarken bu arada annemde istediğini yaptırmış oluyordu.
       Bir de olaya mesleki açıdan bakalım. Ürün tasarımına kolları sıvayıp araştırmalara başladım mı  konsepti oturtup ürün fikrine dönüştürene kadar bir sürü girdi oluyor beynime. Tam bir pazar yerine dönüyor beynim anlayacağınız. Maharet karmaşayı görünce başka bir yola sapmakta değil tabi ki. Karmaşaya karmaşa katıp biraz da ters yüz edip iyice birbirine karıştırırken bir de bakıyorsunuz taşlar yerine oturmaya başlamış, kafamın etrafındaki sis dağılmış ve sislerin ardından yeni bir ürün belirmiş.
       İlk duyduğumda demiştim ya aslında ilk okuduğumda desem daha doğru olurdu. Bu zaman ne zamandı derseniz: üniversite yılları...Ardından bir de kitap tavsiyesi gelir :) 
       Ben bu konu üzerine yeterince kafa patlattım ama bakalım bu populer kuramın sahibi kimmiş, neciymiş ve önermeleri nelermiş...
       2008 yılına kadar hayatta olan ABD'li Edward Norton Lorenz, Kaos Kuramı ve Kelebek Etkisi ile tanınıyor. Aynı zamanda hem bir matematikçi hem de bir meteorolog. Kelebek etkisini herkes biraz biliyor zaten; filmler sağolsun. Filmin ana konusu ile adı, her şeyi Edward Amcamızın ortaya attıklarına dayanıyor. Bıkmadan usanmadan, ezbere bilsem de TV'de her rastladığımda izlerim. Ve izlenmesini de şiddetle tavsiye ederim. Aslında düşündüm de kendime not: bir ara kelebek etkisi üzerine ayrı bir yazı hazırlamalıyım.
       Madem ona ayrı bir yazıda değineceğim o zaman kaos kuramının önermeleri ile devam edelim (ki bu kısım wikipedia'dan doğrudan alıntıdır):
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
       1- Düzen düzensizliği yaratır.
       2- Düzenin anlayamadığımız hali (kaos) varsa ki -illa olmalıdır- bundan dolayı düzensiz diyemeyiz. Yani düzenin dışına çıkmak imkansızdır.
       3- Düzensizliğin içinde de bir düzen vardır.
       4- Düzen düzensizliktan doğar.
       5- Yeni düzende uzlaşma ve bağlılık değişimin ardından çok kısa süreli olarak kendini gösterir.
       6- Ulaşılan yeni düzen, kendiliğinden örgütlenen bir süreç vasıtasıyla kestirilemez bir yöne doğru gelişir.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
       Farkettim ki bu kuramı araştırmadan önce hayatımda bu önermelerin çoğunu kullanmışım. Herhalde tarihte Edward Lorenz olmasaydı Kaos Kuramı benim adımla anılacaktı :D Ahh... Edward oldu mu şimdi!
       Bu kaos ve düzen meselesinin geçmişine kadar kurcalayalım desek Çin ve Yunan mitolojilerinin yaratılış efsanelerine kadar gidiyoruz. Hatta "biz ufacık, tefecik, mini mini minicik bir toz bulutuyken" şeklinde başlayan bir masalla aklıma dünyanın yaratılışı ve big bang teorisi gibi çağrışımlarda geliyor. Neyse efendim lafı fazla uzatmayayım, özetle bu felsefeyi bünyesine sokmamış olan yok. Borsadan meteorolojiye, iletişimden tıbba, kimyadan mekaniğe ve hatta yönetim bilimlerinden çeşitli masonik yaklaşımlara kadar uzanan bir çok farklı alanda kullanıma sahip.
       "Kaostan düzen çıkart. Yönetmek istediğin yerde yoksa yarat."
       Yönetim bilimlerindeki yaklaşım biraz acımasızca olsa da aslında ülke olarak buna da yabancı değiliz. Akla hep gizli eller-dış güçler geliyor değil mi :p
       Konu konuyu açtı derken yazım uzadıkça uzadı. Umarım keyif almışsınızdır. Maksadım sizi sıkmak değil, nerden geliyor bu "karmaşadan doğan düzen" sorusunun cevabını vermekti. Aslında fazla kurcalamaya merak etmeye de gerek yok karmaşa düzeni doğuruyor anlayacağınız. Yeter ki sancılara dayanıp doğum anını bekleyebilelim. Hayat da zaten hep böyle değil mi? En karanlık an şafağın doğmasına en yakın an ya da en kötü anımız sorunlarımızın çözülmesine en yakın olduğumuz anımız değil mi?
       İşte böyle bir haleti ruhiyeyle seçtim blog adımı. Belki biraz felsefemi anlatmak, biraz da sizlerin kafasını karıştırmak için...

17 Nisan 2012 Salı

iş'te kadının gücü-2

       Gelelim "işte kadının gücü" adlı panelden izlenimlerimi anlattığım yazımın ikinci bölümüne...Eğer ilk bölümü okumadıysanız buna bir göz atmalısınız. Çünkü devamı niteliğindedir :)
       Okumaya devam ettiğinize göre bir önceki yazıda "tıpkı benden bahsettin" diyenlerdensiniz. O halde hadi devam edelim. Sorulacak soru şu: Bir hatun kişi neden girişimci olmak ister? "Bu kadar yıl okul sırasında dirsek çürüttüm, emeklerim boşa mı gitsin?" ifadesinin altında yatanlara bakalım. Potansiyelini değerlendirme isteği, kendini ispatlama, kişisel özgürlük, finansal zorluk ya da finansal özgürlük, meşgul olma arzusu ya da istihdam oluşturma isteği ilk akla gelenler bunlar olsa gerek. Peki siz neden istiyorsunuz? Aldığınız riske değecek bir nedeniniz var mı yoksa sadece gelip geçici bir meşgul olma arzusu mu? Öncelikle bundan bir emin olmak gerek.
       Eğer "evet, tam da hissettiklerim bunlar. Duygularıma tercüman oldun" diyorsanız ve bir önceki yazımda bahsettiğim özelliklere sahip iseniz ne olacak? Herhalde amaç birbirimizi tanımak değildi :) Artık sıra yenilikçi bir iş fikri bulmaya geldi. Yenilikçi diyorum çünkü "herkesin yaptığını yapanın işi zor" KOSGEB Başkanı Mustafa Kaplan'ın dediği gibi. Bu noktada malesef yalnızsınız. Zira fikrinizi gerçekleştirmeden herkese anlatırsanız "yerin kulağı var" birileri sizden önce yapar ve siz kaçan fırsatların ardından bakakalırsınız.
       İş fikri zaten cepte sen paradan haber ver diyenleri duyar gibiyim. Artık devreye KİŞGEM VE KOSGEB gibi kuruluşlar giriyor tabi siz de mevcut bir sermaye yoksa. Alınan 60 saatlik girişmcilik eğitiminin ardından (ki yeni düzenlemeye göre eğitim saati arttırılmış) hibe ve kredi programlarına başvurmaya hak kazanıyorsunuz. Hibe derken az buz bir paradan bahsetmiyorum. Yeni düzenlemelere göre 30.000TL. Bu zamanda kim kime çıkarıp karşılıksız 30.000TL verir! Krediye gelince 70.000 TL ve %0 faiz. Bankaların da kadın girişimcilere özel kredi imkanlarının olduğunu duymuştum ama üniversiteden bir hocam "eş, dost, aile kredisi daha iyidir. Geri ödeme zamanı opsiyoneldir" derdi. Başlangıç için 100.000TL hiç fena değil. Ama siz bu para yetmez diyorsanız size KOSGEB'in bir sözünü hatırlatayım. Ne demiş KOSGEB ? "Küçük olmadan büyük olunmaz." :) Siz yeter ki yenilikçi, uygulanabilir, sürdürülebilir ve maliyet etkin bir iş fikri bulun.
       Panelistlerden KOSGEB Girişimciliği Geliştirme Müdürü Necla Haliloğlu ve Pendik KİŞGEM Müdürü Nesrin Çıklabakkal'ın konuşmasına dair notlarımı da aktardığıma göre sırada Okan Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doc. Dr. Ayşenur Hanım var. Bugüne kadar kadın olmanın zorluklarını dinledik durduk. Hatta neredeyse "hem anne hem iş kadını olmak evlerden ırak" diyecekler. Ama gel gelelim Ayşenur Hanım farklı bir açıdan baktı ve "evet, kadın olmak zor ama kadının bazı özellikleri, onun iş hayatında üstünlük kazanmasını sağlar" şeklinde bir yaklaşım sergiledi. Tabi O, uzmanlık alanı gereği kadın ihracaatçıları inceledi ama özelliklere bakınca genel kabul olarak varsayabileceğimizi düşündüm. Peki nedir bu özellikler? Daha özverili, daha hümanist, iletişimde daha önde, daha titiz, daha ayrıntı odaklı, daha takipçi, daha, daha daha....Mükemmel miyiz ne:p Aklımıza bir şey düşmeye görsün yani :)
       KAGİDER Yönetim Kurulu Üyesi Münteha Adalı'nın konuşmasını ne kadar anlatsam aşağıda link verdiğim video kadar başarılı olamam. Bam teline basmak bu olsa gerek, panelde izlediğimde içimde bazı taşlar yerinden oynadı. Geri sayım başladı. Mutlaka izleyin...
       Panelde bir de kendini yeterince ifade edemediğini düşündüğüm bir kadın girişimci vardı. Ben ondan başlamaya nasıl karar verdiğini ve öyküsünü dinlemek isterdim ki o bizlere diğer panelistlerin bahsettiği özelliklere sahip olduğunun vurgusunu yaptı.
       Pendik Belediyesi'nin düzenlediği faydalı bir paneldi. Bu yüzden katılamayanlarla notlarımı ve izlenimlerimi paylaşmak istedim. Umarım sizin de içinizde bir şeyler titreşmiştir....

10 Nisan 2012 Salı

iş' te kadının gücü


       Kadın: eş, sevgili, anne, dost, ev hanımı, kız evlat...
       Bir kadını tanımlamak için daha birçok kelime kullanılabilir. Aslında tanımlamada kullanılan her kelime, aynı zamanda kadının iş hayatına atılması söz konusu olduğunda birer engele dönüşme potansiyeline sahip.
       Böyle bir girişi neden mi yaptım çünkü bu hafta Pendik Belediyesi'nin düzenlediği "İş'te Kadının  Gücü" adlı bir panele izleyici olarak katıldım. Konuşmacıların kim olduğunu okuduğumda paneli yapılacaklar listeme ekledim.
       Pendik Belediye Başkanı Kenan Şahin'in açılış konuşmasının ardından sırasıyla KOSGEB Başkanı Mustafa KAPLAN, İstabul 1. Bölge Milletvekili Belma SATIR, Avrupa Birliği Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Fatih HASDEMİR ve Pendik Kaymakamı Cafer ODABAŞ'ı dinledik.
        Bugüne kadar hep eğitim sistemimizdeki yanlışları tartışıp durduk. Burada konu edineceğim yanlış şu: aşılanan zihniyet. Kimileri memur olup kapağı devlete atmanın derdinde ( bu da aklıma direk bir atasözünü getiriyor "yan gel yat Osman..." Tabi teşbihte hata olmaz diyerek bazı memurlarımızı konu dışında bırakalım) kimileri de özel bir şirkete girmenin peşinde. Şöyle bir gerine gerine bende kendi işimin patronu olacağım diyen çıkmıyor bizim sistemden şeklinde yakarışlarım devam ediyordu ki artık bu zihniyetin değiştirilmek istendiğinin sinyalleri verildi. Ardından İstanbul 1.Bölge Milletvekili Belma SATIR, 4+4+4'te seçmeli ders olarak girişimcilik dersini müfredata sokmaya çalıştıklarını söyledi. Çok yerinde bir karar. Umarım amacına ulaşır. Birilerinin düşüncelerime tercüman olduğunu duymak iyi hissettirdi.
       Buraya kadar girişimcilik dedim durdum. Peki kim bu girişimci kişi? Akla hemen risk ve kendi işini kurmak geliyor ama bu yeterli mi? Tabi ki hayır; yoksa giriştiği ile kalır ve aynı hızla evine bir geri dönüş yapar. Panel moderatörü Prof. Dr. Rana ÖZEN KUTANİŞ'in notlarına göre; girişimci risk üstlenen, gerekli donanımlara sahip kişidir. Nedir bu gerekli donanımlardan kasıt dersek, kişi öncelikle yeterli iş bilgisine sahip olmalı aksi taktirde girişimcilikten maksat biran önce yazar kasanın başına geçip yoldan geçenleri saymak değil :p Peki sizce bu yeterli mi? İş fırsatlarını göremiyorsam, iş kurmaya hevesli, azimli ve hırslı değilsem özetle yeterli motivasyonum yoksa yeterli iş bilgimle anca kapağı devlete atarım ya da özel bir şirkete. Ki bu, başta eleştirdiğim noktaya geri dönmem demek olur.
       Biz yukarıda saydığım özelliklere sahip olduğumuzu düşünelim ve anlatmaya devam edelim. Peki ya kişilik yapısı ne olacak? Muhakkak her yapıdaki insan girişimci olmuyordur. Vardır buna da bir kısıt diyorsanız işte bu hatun kişi; başarma ihtiyacı olan ve doğru hedef belirleyen, belirsizliği tolere edebilen, riski hesaplayan ve risk alan, kendine ve iş bilgisine güvenen ve tabi ki içsel kontrol odağına sahip yani başkasının yönlendirmesine ve kontrolüne ihtiyaç duymayan, kendine eleştirel gözle bakabilen, başardıktan sonra bile acaba daha iyisini yapabilir miydim diye sorabilen kişidir.
       Konu girişimcilik olunca anlatacak çok şey var. Bu yüzden panele dair izlenimlerimi iki aşamalı aktarmayı planlıyorum. Girişimci kime denir, özellikleri nelerdir kısmını bu yazımda anlattım. Eğer yukarıda yazdıklarım için tıpkı beni anlattın diyenleriniz varsa "iş'te kadın gücü-2" yazımı bekleyin. Bakalım paranın kaynağı nereden geliyormuş :)

31 Mart 2012 Cumartesi

kendime yeni bir defter aldım...

   
        Kendimi mutlu etmek ya da ödüllendirmek için ya yeni bir defter alırım ya da farklı boya kalemleri... Ardından içimi bir heyecan sarar acaba yeni defterime ilk ne yazsam diye. Başta özenle yazdığım yazılar, yaptığım çizimler zamanla bir karmaşaya dönüşür. Yazmaya kıyamadığım defterimi bir de bakmışım can sıkıntısından karalamaya başlamışım... gerçi o karalamanın bile benim için bir değeri vardır. Yıllar sonra o sayfaya baktığımda karışık kafama hücum eder anılar. Evet,karşınızda karalama defterini dahi atamayan biri var bu giriş yazımdan anladığınız üzere.
       Bugün kendim için bir farklılık yaptım; zamana ayak uydurdum ve yeni defterim işte bu yeni blogum oldu. Bu blogda zamanla neler paylaşacağıma gelince, heyecanla aldığım karalama defterimden pek farklı olmayacak. Bazen sabırla boyadığım bir çini, yaptığım bir çizim, okuduğumda hoşuma giden bir anektod bazen de gezerken çektiğim bir fotoğraf... Özetle; karışık kafamın içindekiler burada düzene girecekler :)